22.12.09

Don't Say Goodbye

Dıt dırın dıtdıt dırın...

Elini gelişigüzel uzatarak alarmı kapatıyor. Gerçi alarm denemezdi ona, artık alarmlı saatlerin yerini cep telefonları almıştı; o da öyle yapıyordu. Gece yatmadan telefonundan kurup alarmını uykuya teslim oluyordu. Kalktığında ise bir ölüden, daha acı çekiyordu...

Kalçasını kaşıya kaşıya lavaboya gitmesindeki en önemli neden; soğuk suyu yüzüne vurmanın onu biraz daha ayıltmasını, böylelikle gözlerini daha rahat açabilmesini sağlaması idi. Kahvaltısı hazırdı. Her zaman ondan önce kalkan ve hiçbir zaman kahvaltısını eksik etmeyen bir anneye sahipti. Ama o bunu umursamıyordu. Uyku sersemi olması ile alakalı bir durum değildi bu, her zaman böyle hissediyordu. Aile fertleri onun için aile ferdi olmaktan öteye geçemiyor, dahası aile ilişkilerini sıkıcı buluyordu. Özgürlük tanımı onun için çok ekstrem noktalardaydı, bunun farkında olmasına rağmen, bundan zerre etkilenmiyordu... Sadece bazen neden böyle acaba diye düşünüyor, ama beş dakika geçmeden bunu düşünmekten daha önemli şeyler yapması gerektiği kanısına varıp başka şeylerle haşır neşir oluyordu.


Hayatı genel rutinler üzerine kuruluydu. Ya okula gidiyordu, ya spora, ya rugby'ye ya da Kadıköy'e... Hayatı bunlar üzerine kuruluydu.


Tren beklerken bir sigara yakmak onun için çok büyük bir zevkti. Akbilini bastıktan sonra, gözüne kestirdiği bekleme yerine giderken sigarasını yakardı. İlk nefesi insanların yaptığının aksine, dışarı değil içine çekerdi. Garip bir adetti, böyle alışmıştı. Eh, alışmış kudurmuştan beterdi sonuçta. Sigara içerken tek üzüldüğü nokta, sigaradan hiçbir haz alamayışıydı. 2-3 senedir durum böyleydi. Haliyle, sigara onun için sadece bağımlılıktı. İçmeyi seviyordu, içmenin bağımlısıydı...
Sigarası bitmeye yüz tutarken hep treni gelirdi. Bazen de 2-3 nefes çeker çekmez gelirdi. İbne T.C.D.D. diye küfür ederdi bu zamanlar...

Yüzlerce insan arasında yerini alırdı her gün, her sabah... Kompartman ağzına kadar doluydu. Herkesin kendi telaşı vardı, kiminin ise hiçbir telaşı yoktu. Gözlemlemeyi severdi. İnsanları incelemek, onlar hakkında tahminler yürütmek, onlar için gelecek belirlemek, onlar için kurgular yapmak... Bunların da bağımlısıydı. Beş dakika içinde hayatına bir sürü insan sokuyordu, beş dakika sonra hepsini unutuyordu. Bazen kendi yaşamını bile unutuyordu.

Tren seyahati sonrası, metrobüse biniyordu her zaman. Zaten okuluna başka ulaşım aracı da yoktu onun dışında. Bir insanlık dramıydı bazen metrobüse binebilmek. O öyle yorumluyordu. İnsanları inceliyordu burda da. Kimisi işine geç kalmış, patronundan yiyeceği fırçayı düşünüp yüzünü ekşitiyordu, kimisi sınavına geç kalmış, evdekilere ne söyleyeceğim derdindeydi... Ortak olan tek şey vardı... ''Dert''...

Hep dörtlü tarafa otururdu. Cam kenarını hemen kapardı. Bu da hiç şaşmazdı. Yolculuk boyunca 3 kişi gözlemliyordu. 3 farklı yaşam, 3 farklı dert...

Son durağa geldiğinde ise, bekliyordu insanların inmesini. Özellikle beraber geldiği o 3 yaşamın inmesini. Hayatından çabuk çıkarmak istemiyordu. Gidişlerini görmek en büyük acısıydı. O onları bir şekilde tanıyordu yolculuk boyunca, ama onlar bir elveda demeden haldır haldır gidiyorlardı. Ayrılık hep acı vermişti zaten...


Ayrılıktan çok çekmişti. Hayatı hep metrobüsteki, trendeki insanların gelip gitmesi gibiydi. Hep yeni kurgular yapıyor, yeni hayatlar öğreniyordu. Öğrendiğinde ise o terk ediyordu... Elveda diyordu ama daima... Çünkü biliyordu o, elveda demeden gitmenin acısını... Her gün yaşamıyor muydu o acıyı? Her sabah?

Belki de bu yüzden üzülüyordu. O insanların hayatını tam öğrenemeden onlar, elveda demeden ayrılıyordu. Her şeyi bilmek en büyük arzusuydu, egosuydu. Yarım kalmış şeyler ona acı veriyordu hep... Bunu değiştirmek istiyordu ama. Hem de çok istiyordu.
Birinin yaşamını tamamıyla öğrenmek ve elveda dememek istiyordu. Ama yapamıyordu... Onların bir şekilde elveda demesinden korkuyordu...


Korku akıl katilidir. Korku toptan yokoluşu getiren küçük ölumdür. Korkumla yüzleşeceğim. Ve geçip gittiği zaman, geçtiği yolu görmek için gözümü ona çevireceğim. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacagım.
(Dune - Frank Herbert)

28.11.09

Bilim- Kurgu'm Geldi

Yatağından sıçrayarak kalktı. Demin gördüğü rüya, yani, beyni tarafından, kaslarını böyle harekete geçirmişti. Etrafına baktı ve saniyesinde bunun bir rüyadan ibaret olduğunu anlamıştı. Fakat buna rağmen hala rüyada hissettiği korku, heyecan ve keder duyguları hala bedenindeydi.

Yanında duran sigarasını yaktı hemen, yavaş yavaş normal hisleri, gerçek dünyadaki hisleri, geri geliyordu. Korkunun yerini, uyku mahmurluğu almıştı bile...

Neden bir rüya insanı böylesine hissettiriyordu? Neden gerçek gibiydi?

Her zaman yaptığı gibi elini yüzünü yıkadı, ne kadar yüzünü silerse silsin o ıslaklık 2-3 dakika daha sakallarında durmaya mahkumdu. Ve o serinliği de zaten çok seviyordu, yadırgamıyordu. Bilgisayarını açarak maillerine, msnine vs bilimum online komünikasyon dalgalarına baktı. Konuşacak birini aradı eli.. Ama ne hakkında konuşacaktı ki?
''Beni bir rüya gördüm demin, çok kötüydü, gerçek gibiydi! Neden böyle oluyordu?'' Böyle dediği an, kim olursa olsun vereceği cevaplar belliydi. Ya akşam götünü açıp yatmış ve soğuğu yiyip kabus görmüştü, ya da akşam yemeği fazla kaçırmıştı ve ya daha da realist yaklaşan birine denk gelip, olur öyle ithamına maruz kalacaktı. Vazgeçti o an zaten...

Uyku insanın teslimiyetidir, karanlığa teslimiyetidir.

Kafasındaki bu düşünceleri bırakıp hazırlanmaya başladı. Bir arkadaşı ile buluşacaktı. Gerçi gideceği yer hakkında hiçbir fikri yoktu. Eh, sora sora Bağdat bulunuyordu neticede. Kasılmadı bunu düşündüğü an. Rahatladı ve ne giysem diye düşündü. Dolabını açması ile kapaması bir oldu, kapının arkasında asılı duran gömleği giydi, altına da kotunu. Çıktı evden...

Rüya bir bilinmeyene gidiş, bilinecek şeyi ön görüştür. Rüya bizi daha önce görmediğimize hazırlar...

Dolmuştan inip, gideceği yerin otobüsünü sordu tanımadığı birisine. Bindi otobüse. Müzik dinlemeye başladı. Etraf ile pek ilgilenmiyordu. Şoföre ineceği yeri söylemişti zaten, zamanı geldiğinde şoför onu indirecekti. Uyuklamaya başladı... İçi geçti, bir müddet sonra otobüs geniş bir çukura girince gözlerini tepkisel olarak açtı. Karşısındaki yaşlı adam, gözbebeklerinin ilk anından son anına kadar iyice dikkat etmişti. Önce kocamandı, sonra küçülmüştü. Bu bakışlar onu tedirgin etmeye yetmişti. Dikkatini dağıtmak için dışarıya baktı. Hiç görmediği binalar, hiç görmediği marketler, dükkanlar vardı. Garip diye düşündü. ''Bugün buraya gelmesem burda bir yaşam olduğuu bilmeyecektim, bu binaları göremeyecektim'' dedi kendi kendine. Yaşlı adam bunu duymuştu. Adama dönüp, '' Senin görmediğin yerde kimse yaşamaz genç adam, gördüğün için yaşıyorlar şu an'' dedi. Ve yaklaştıkları durakta apar topar indi... Adam şaşırmış, biraz da ürkmüştü. Ne demek istemişti ki? Ürpermesinin nedeni ise bu ihtiyarın dediklerini mantıklı bulmasıydı... Daha da derinlere inerek düşünecekken, şoför adamın ineceği yerin burası olduğunu bağırdı. Sesi umursamaz ve horgörülüydü. Yarım ağız teşekkür etti ve indi...

Duyularınla algılayamadığın şeyler yoktur, sana göre yoktur! Algılarsan vardır! Görmediğin birşeye var demek, tatmadığın bir yemeğin lezzetli olduğunu söylemektir. Yani yalandır!

Eve gelmişti. Yorgundu biraz. Beyni zinde ama kasları onlara ihanet ediyordu. Beynini kullanmak istedi. O moruğun ne demek istediği üstünde kafa yormaya başladı... Gittiği o ilçe, gittiği için mi vardı? Bütün hayat benim yaptıklarım üzerinden mi dönüyordu? Mantıksız gelmesine rağmen, egoları hafif oynaşmaya ve bütün hayatın kendi üstünden döndüğü olgusuna inanmaya başlamıştı. Neden rüya görüyordu peki? Neden gerçek gibiydi? Çıldırmak üzere olduğunu düşündü. İzlediği filmler, okuduğu kitaplar, çıldırmasını tetikliyordu... Bir anda beyninde şimşekler çaktı. 2 haftadır tek bir salise rüya görmemişti. Eh, bu süra zarfında da hiç bir yere gitmemişti. ''O zaman 2 hafta boyunca evinin etrafı dışında hiçbir yer var olmamıştı.'' dedi yüksek sesle. Sesinde heyecan vardı. Bir sigara yaktı. Küllüğü koydu. Dumanı izledi, izledi, izledi... Uykuya daldı...

Sabah kalktığında gene hiçbir rüya görmediğini fark etti hemen. Ve bugün gene evdeydi. Parçaları birleştiriyordu kafasında. Hiç bilmediği bir yere gitmek istedi. Neresi olduğu kafasında mevcut değildi. Ama bilmediği bir otobüse binip bilmediği bir yeri görmek istedi. Eğer bu olursa kafasını kemirdiği düşünceyi çürütecekti. Ama bir sorun vardı, arkadaşı bugün evine gelecekti. Onu arıyıp, bir işi çıktığını söyleyecekti. Telefonu eline aldı, numarayı tuşlarken; kapı çaldı. Havaya okkalı bir küfür savurdu. Kapıyı açtı. Klişe selamlama ritüellerini yaptılar. Tek gidemiyorsam diye düşündü, onunla giderim. Evet! Arkadaşı ile gideceklerdi. Fakar tam bu esnada, arkadaşı tuvalete koşturdu. Öğürme sesleri geldi. Bu sefer havaya değil, arkadaşına okkalı bir küfür salladı. Kustukça kusuyordu. Beş dakika kadar sonra ses gelmemeye başladı, tuvalete gidip baktığında arkadaşı baygın halde yatıyordu. Tabii arkadaşı okkalı bir küfür daha yedi bu esnada. Arkadaşını arabaya koyup, daha önce gittiği hastaneye götürdü. Bütün gece başında bekledi onun. Kimsesi yoktu zira arkadaşının...
Avluda sigara içerken düşündü...

'' Ben rüya görmedim. Yeni bir yere gidemedim. Ben rüya gördüm, hiç görmediğim bir yere gittim. Evet! Rüyalar bize yeni olgular veriyor, bize hiç görmediğimiz yerleri yüklüyor beynimize. Bunları rüyada görmememiz için ise rüya denen duyusal karmaşıklığı dayatıyor. Evet! Evet! Artık rahat uyuyabileceğim. Evet! Rüya bunun için var. Bunun için uyuyamayan insanlar, güne karışmakta zorluk çekiyorlar, algıları yavaşlıyor! Çünkü onlar görmeleri gereken rüyayı göremiyorlar, zaman bütünlüğü adına o yeni yerleri göremeden geçiyorlar! Evet! Böyle olmalı! ''


18.11.09

Nadas mı? Belki...

2.5 aylık oruç demiştim dün. Nadas da denilebilinir bu duruma. Bir kafa dinleme süresi.

Bunu bilinçli mi yaptım peki? Tabii ki hayır. Elimdekileri tüketmemden kaynaklı bir durumdu bu.

Peki bu 2.5-3 ay nasıl geçti? Bendeki etkileri ne oldu, neler düşündüm, neler kattım kendime, ya da neler katamadım...

Gözlerimi açtığımda annem pencereyi 1-2 saat kadar önce açmış, içeride çok tatlı bir serinlik hakimdi. Yorganıma iyice büründüm, ayaklarımı yukarı kaldırıp yorganın ucunu içeri doğru aldım. Sadece kafam gözüküyordu. Gözlerimi tekrar kapadım, tekrar o uyku ve uyanıklılık arasındaki çizgide dengeli bir şekilde yürüdüm. Arada sert bir rüzgar esiyordu ve yüzümü yalayıp iç güdüsel olarak iyice cenin pozisyonu alıyordum. Çok nizami şekilde duruyordum artık. Rahim içinde 20 yaşındaki bir bebektim...

Sonra gene yalnız kaldığımı ve tekrardan her şeye başlayacak olduğumu düşündüm. İlişki öncesi aşık olduğum ''ön sevişme'' döneminden bile tiksinti duymaya başladığımı hissettim o yatakta.
Tekrardan bir insana kendimi tanıtma dönemi, bütün anlatılan ''fors'' getiren anıların anlatımı, aynı arkadaş ortamına getirildiğinde gene aynı ''fors'' getirisi olan toplu olay anlatımları. Ve daha sonra benim bir şeyden ötürü soğumam ve acımadan ayrılmam...

Alone again, alone again...

Gelen fırsatları bu yüzden belki, hiç değerlendirmedim. İlgilenmedim. Zira sıkılmıştım. Hala daha sıkılıyorum.

Bir sigara yaktım. Günün ilk sigarasını. Eskiden günün ilk sigarası bana zevk verirdi, her nefes çekişimde vücudum rahatlardı. Ama artık sadece alışkanlık olmuştu benim için, 2.5-3 senedir hiç bir şekilde rahatlamtıyordu. Ama sabahları çay ile içmek psikolojik olarak bana zevk veriyordu. Garip...

Her nefeste yaşadıklarım geldi aklıma. Her nefes verişimde ise yaşayamadıklarım. Aynı yaşayamadıklarım gibi benden uçtular, havaya karıştılar; oksijenle birleştiler ve en sonunda görünmez oldular. Yaşayamadıklarım da orda bir yerde, göremiyorum ama ordalar biliyorum.

Bir duman daha çektim bir yaşanmışlık düşünerek,
Bir nefes verdim; dumanlı, gri
Bir hayal yaşayamadım ben, pembe, tatlı
Nefes gibi uzaklaştı benden hayallerim, görünmez ama eski.


Kalktım yerimden. Attım kendimi sokağa. Gökyüzünde kaybolmuş, yaşanmamışlıklarıma baktım. Sanki hepsi bana el sallıyorlardı, beni aşağılayarak. Dalga geçerek...
Bir rüzgar, hayallerimden oluşmuş bir rüzgar bir yaprağı düşürdü. Yaprak yavaş ve hüzünlü. Kendimi suçlu hissetmemi sağladı o yaprak. Bendim her şeyin sorumlusu.
Ben yaşayamadım o hayalleri, ben yaşatamadım o hayalleri!

Ama bir dakika ya, ben miydim gerçekten suçlu? Ben miydim?!


Ben olamazdım! Neden bir insan kurduğu hayali gerçekleştirmek istemesin ki?
Ben hayalperest bir adamdım, şu an değilim. Neden ki?
Tabii ya, suçlu ben değildim. Ben suçlu olsam, hayalkurmaya devam ederdim.


Siz! Sizsiniz benim suçlularım, sizsiniz sizi içeri tıkamadığım mahkumlarım! Müebbet yediniz! Ama hala dışardasınız. Yok içerde aslında...

Prangalar vursan da nafile
Gönül kapısının kilidi yok, kapatsan da birini içeriye...

17.11.09

Searchin', Seek & Destroy!

Şiva Hanım bana kısmet bulmuş, 2.5 -3 aylık orucum bozulsun diye. Aradı demin beni. Dedi al de git dedi çocuklarını dedi kaynanam dedi al dedi git dedi...
Ahahaha tabii ki öyle demedi.
''Bir an konuştum ve düşündüm ikiniz de anyı şeyi istiyorsunuz, düşünüyorsunuz, birbirinizi tamamlarsınız dedim'' dedi.

Hadı bakalım.
Görücü usulü yapmadık demeyiz artık.

25.10.09

Handicap

Gece saat 3. Zincirlikuyu'nda metrobüs bekliyorum. Yanımda tanımadığım bir adam oturuyor. Kaldırımdayız. '' Ne zaman gelir? '' diye soruyorum, ''Bilmiyorum ki, bekliyorum ben de '' diyor. Teşekkür edip, metrobüsün yolunu gözlüyorum...

34 numara yaklaşıyor durağa. İçindeki yolcular iniyor. Kimini Beşiktaş'a, kimisi Levent'e doğru merdivenleri çıkıyor, kimisi ise 34A beklemek için durakta boş bir yer bulup tünüyor. Bense belki Murphy's Kanunu işler diyerekten bir sigara yakıyorum. Uykum iyice gelmiş, eğlence sonrası yorgunluk bütün kaslarımda laktik asit birikimi göstermiş... Ama sonra bir şey fark ediyorum. 14 - 15 yaşlarında sağır-dilsiz 5-6 genç var. Kızlı erkekli. Ebeveynleri de yok yanlarında...

Başlıyorum düşünmeye. Bunlar bu saatte ne yapıyorlar? Aileleri nasıl yanlarında olamaz, sonuçta sağır ve dilsizler. Garip geldi bana...

Daha sonra etrafımdakilere baktım. Herkes hayattan bezmiş, evine gidip o soğuk yatağına girerek, o yatağı sıcağa çevirmenin hayalini kuruyorlar. Kimisi de çoktan ellerini çenesine koyarak uyuklamış... Bu andan sonra sağır ve dilsizlere iyice baktım. Gözlerinin içleri gülüyordu adeta. Yaşamları boyunca handikaplı olmalarına rağmen, sanki dünyanın en mutluları onlardı. Kimseye aldırış etmeden dövüş şakalaşlamaları, kendilerine has esprileri vs...

Gece 3:30 ve bu çocuklar hala enerjik, dahası mutlulardı. Bir de kendime baktım daha sonra.

Sigara içerken sanki dumanlarımla yorgunluğumu harmanlayıp ciğerlerime teneffüs ettiriyordum, içimdeki pislikleri ve sıkıntıları da dumanla tekrar soluduğumuz havaya geri veriyordum. Sanki dünyanın yükü üstümdeymiş gibi hayattan bezmiştim o saatte. Ama onlar...

Onlar öyle değildi, ben sağırım, ben dilsizim deyip hayata küsmek yerine; bilakis hayata daha iyi tutunmuşlardı, her anlarını özenle yaşıyorlardı. Sağır olmaları onları üzmek yerine, hava soluduklarına minnet duygusuyla hareket ederek mutlu oluyorlardı.

Engelli olmaları, yaşamalarını engellemiyordu, aksine yaşamaları için daha da güç veriyordu...

Biz ise eften püften olayların sonucunda, hayattan tiksiniyorduk, hayatın bi taraflarına okkalı şekilde koyuyorduk.

Bunları düşünürken bir ara uyumuşum. Kalktığımda ise onlar yoktu. Gitmişlerdi, inmişlerdi beraberce metrobüsten. Benimse aklımda kalan onlar olmuştu geceden. Ne içtiğimiz bira, ne bir Pub'ı Disco'ya çevirdiğimiz ne de...

Bundan sonra onlar ' özürlü ' değildi benim için; dahası özürlü kelimesi onlar için olmamalıydı. Olamazdı. Onlar sadece ' engelli' ydi. Hayata öyle gelmişlerdi, krossing-over safhasında meydana gelen bir anormali sonucu böyle olmuşlardı. Özürlü olamazlardı, zira bizden daha fazla yaşamayı biliyorlardı. Yaşamayı bilen insan özürlü olamazdı...

Onlara ' özürlü' demeyin! Onlar sadece ' engelli ' ydi, bizden daha fazla engel aşan...

21.10.09

I'm Not Special Like You

'' Porcupine Tree - Don't Hate Me'yi dinlesene... ''

Şarkılara bazen çok bağlanıyorum. Sözleri olsun, melodisi olsun. Ama hani kalkıp ' abi bu şarkı beni anlatıyor amk ' tribine de girmiyorum pek. Heh uyuşan sözler oluyor mu? Oluyor.

'' Olur, eve gidiyorum şimdi; dinlerim hemen... ''

Birisiyle, bir şey paylaşmayı çok seviyorum. Paylaşmaktan ziyade, hani ' bak hocu ben bunu buldum, al bak sen de beğen; beraber beğeneşelim lan. Hadi hadi! ' tribine bağlıyorum. Huyum kurusun.

'' Tamam o zaman. Bu saatte bi anda mesaj attım kusura bakma, darladıysam felan söyle ''

Ama en çok, en savunmasız hissettiğim anlarda insanlardan tepki almaktan korkuyorum. Özellikle gece saatleri. 2 den-3ten sonraları. Daha bi melankolik, daha bi samimi oluyorum. Yalan söyleyemem mesela bu saatlerde. Enseme vurmadan lafı veriyorum kendiliğimden. Ve daha çok yalnız kalıp, daha çok korkuyorum; e haliyle korktukça da şefkate, ve kollanmaya ihtiyacım oluyor...

'' Ya saçmalama, sen sonuçta hala benim hayatımdasın. Bir şeyin olduğunda en önde yardımına koşan ben olacağım... ''

Ve bu saatlerde aradığım 1-2 insan vardır. Onların varlığı o an değil, onların bir sesi, bir kelimesi lazımdır yalnızlık hissinin dağılması için. Ama öyle olmuyor bazen. Ben hüzünlenirken, onlar osurarak ısıttıkları yataklarında çoktan rem uykusuna geçmiş, resimler halindeki imgeleri bilinçaltları ile rüyaya çeviriyorlardı... Ve doğal olarak ben panikliyordum. Ama bu kez gene bambaşka bi şey oldu ve başkası bu noktada imdadıma yetişmişti. Beni o cümleler ile yalnız olmadığımı hissetirmiş, gereken dozajda ilacı vermişti. Belki yalandı, belki değildi. Ama bizi mutlu eden şeyler, bizim duymak istediklerimiz değil miydi? Olayların olmasından önceki tatlı yalanlar, görmek istediklerimizi görmek...

'' Ya ne bileyim işte, bu saatlerde böyle oluyorum... ''

Gece çöktüğünde eski zamanlarda insanlar evlerine giderlermiş. Zira sığınmaya muhtaç olduklarını hissederlermiş. O sığınakları da ailelerinin yaşadığı yer olan evleriymiş.
Bunu bilen Adolf Hitler'de halka hitap etme zamanlarını güneş kardıktan hemen sonra yaparmış. Evlerine sığınmak isteyen halkı, kendine sığındırtmak için. Mükemmel bir düşünce ve zeka örneği bence... Bende eve sığınmak yerine, birisine sığınmaya muhtaç hissediyorum kendimi. Nedendir bilinmez...



Bir gece belki çıldıracaktım, ama bu olmadı. Olmaması sağlandı bir şekilde. Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum artık. Nasıl hareket etmeliyim, neleri göze almalıyım, nelere karşı tepki koymalıyım vs...
Garip bir dönem, ama o kadar da mutsuz değilim. Hala gülerken gözümden yaş gelebiliyor. Kısacası bunları yaşıyorum ama mutsuz değilim...

10.10.09

When I Was a Boy

0-6 Yaşında: Tek yaptığım fotosentez. Arada yürümeyi felan öğrendim.


7 Yaşında: Okula başladım, okulun ilk günü kustum, ilk ders annemlere gitmeyin diye yalvardım, ilk dersin sonunda ise gidin artık diye yalvardım. Okumayı- yazmayı sınıfta ilk ben söktüm. 1.sınıfta bir kız arkadaşım vardı. Bildiğin sevgili olarak. Teorikte ama, pratikte hiç bir şey bilmiyordum; genital organların farklı olması dışında...


8-12 Yaşında: Yeni yeni şeyler öğrendim, anlayamadığım şeyler oldu, o yaştaki çocuğun anlayamayacağı ama benim anladığım da çok şey oldu. İlk kitabım olan Çocuk Kalbi’ni bu dönemde okudum. Daha sonra annem sayesinde Bilim ve Çocuk ile tanıştım. Çabuk sıkıldım ve Bilim Teknik’e geçtim. Dili çok zordu ama ilk aldığım Bilim Teknik sayısının ilk sayfasını hala hatırlıyorum. Belki anneme en çok teşekkür ettiğim şey bana Bilim kitapları alması olmuştur. Dünya Klasikleri yerine kütüphanem Tübitak kitapları ile doluydu. Eh bu sayede de dünya kültür kitaplarından uzaklaşmıştım. Dünya Klasikleri’nin beni cezbedememesi sanırım bu yüzden...


12-14 Yaşında: Hormonlar damarlarımda dolaşmaya başlamıştı, her erkek gibi patlamaya hazır bombaydım. Belki de bir erkeğin en zor dönemiydi bu. Dişi martı geçerken üstümüzden bile bir garip oluyorduk. Garip...
Aynı anda 4 kızı idare etmiştim. Yılanın başı küçükken ezilmemişti, tam tersine başı göklere çıkarılıyordu. En yakın arkadaşım piç olmak, bense aşık olup mükemmel bir ilişki yaşamak istiyordum...


14 Yaşında: Liseye geçince 90 yaşında adam olduğumu sandığım zamanlar. Bir sonbahar yaprağı, rüzgar ne tarafa savurursa o tarafa hızlıca gittiğim zamanlar. Bıçkın delikanlılık dönemim bu zamana denk gelir. Post-modern bıçkındım gene. Daha sonrasında benliğimi bulmaya başlamam da bu döneme denk geliyor. İlk sigaramı hiç düşünmeden içmem; hele lisenin ilk cuması( lisenin başlamasından 5 gün sonrası) böyle bir şeyi hiç düşünmeden yapmış olmam. Sanırım ciğerlerimin kaderini de bu olay belirledi...
Lisenin ilk perşembesi ( lisenin 4.gününe tekabül eder) bir sevgili yapmış olmam. 14 yaşın ortalarına doğru ‘aşık’ olduğumu düşünmem, ve bir ilişkinin ardından kendimi harap etmem...


15 Yaşında: Gelip geçen kızlar, ve tekrar 14 yaşımda ‘ aşık ‘ olduğumu düşündüğüm insan ile beraber olmam. Sonra tekrar beni terk etmesi... Metal müziğe sert bir geçiş, ve müzik grubu solistliği. Kendimi bir bok sanmam. 15 yaşımın ortalarında tekrar ‘aşık’ olduğumu düşündüğüm insan ile beraber olmam, ve bu sefer benim onu terk etmem. Sanırım ilk aşk a olan inancımın yitirildiği zaman bu zaman... Çok ah almam da buna etken olabilir belki, bilemiyorum... Arkadaş ortamımın 180 derece dönmesi. 12 yaşımdayken piç olmak isteyen arkadaşımın, aşık olup ilişki yaşamayı istemesi, benim ise ona aşk diye bir şeyin olmadığını anlatmaya çalışmam. Benim aşkı arayan piçlikten çıkıp salt piç olmam...


16 Yaşında: Gelip geçen kızlar, ortamlar... Brutal vokalliğe geçişim ve bunda dikiş tutturmam. Herkesin beğendiği bir brutal vokal olmam. Takdir ediliyor olmam. İlk kayıt yapmamız, ilk konserim...
‘Aşık’ olduğumu düşündüğümden, daha overdose bir hissiyat ile birisine bağlanmak. Onunla beraber olmak. Ulaşılmaz olan üniversiteli kadının erkek arkadaşı olmak. Hayatımı kökten değiştiren olayım budur sanırım. 2.5 yılımı alan olay. Havalarda uçuyor hissimin hiç bitmeyecek gibi olması. Sert metalci ukalalığı. Sert ama duygu adamı olan Yağız. O üniversitelinin benimle olmadan önce, en yakın arkadaşlarımdan biri ile olmasını görmüş olmam. Ve bu olayı sarhoş ayağına yatarak bozmam. Ve başarıya tam randımanlı olmasada ulaşmış olmam...


17 Yaşında: İlişkimin hala devam etmesi. Aşk diye bir şeyin olduğuna inandırmam kendimi. Aldatmadığım bir kız arkadaşımın olmasının, büyük bir şey olduğunu etrafa anlatmam. Onu sevdiğimi göstermem cümle aleme. Benim lisede olmama rağmen onun 7tepe gibi bir okulda olmasına rağmen benimle olmasının, bende yarattığı caka ve fors ve bilimum göt kaldırma dalgaları. Hayallerimizin olması, dahası benim hayal kurmam! ÖSS denen meret e girecek olmam. Arkadaşlıklarımın sallantıda olması. İnsanlardan uzaklaşmaya başlamam. Üniversitelinin eve çıkması, ve benim oraya taşınmam. Ailemle bu sebepten ötürü tartışmam. Evli hayatı sürmek. Herkesten kendimi iyice soyutlamam. Tek o üniversiteliye ihtiyacımın olması. Bütün hayatımı ona adamam. ÖSS’yi kazanamam...


18 Yaşında: İlişkimin hala devam etmesi, ama çok fazla sallantıda olması, rutinleşmeye dönmesi. Bu dünyada annem, babam ve o üniversiteliden ibaret olması. Arada dershanedeki arkadaşlarım... O üniversiteliyi ilk defa aldatmam. Hemde ortaokuldan kalma biri ile. Zerre pişmanlık hissetmemem. Daha sonra tekrar aldatmam. Gene zerre pişmanlık hissetmemem, hatta haklı olduğumu düşünmem. Üniversiteli ile bitmek tükenmeyen kavgalarımız, kapıya güvenliğin 3 kere gelmesi...
ÖSS’ye girmem. 1 hafta sonrasında, ‘ aşk’ dediğim şeyin bitmesi, terk edilmem. Yalanlar dolanlar, arkamdan çevrilen işlerin öğrenilmesi. Herkese kusulan intikam. Godzilla gibi herşeyi yakıp yıkmak. Hayata lanet okumak, aşkın sevginin yalan olduğuna tekrar inanmak. Veteriner Fakültesi’ni kazanmam. Ama her yeni üniversiteyi kazananın aksine, benim ordan hiç bir beklentimin olmaması...


19 Yaşında: Herşeyi geride bıraktığımı düşünmem. Yeteri kadar acı çektiğimi, yeteri kadar ders aldığımı düşünmem. Alışkanlıkların beni bırakamaması. Çift kişilik yatakta çapraz yatmak. Fakültenin başlaması, garip bir arkadaş ortamında kendimi bulmam. O ortamı kendi isteğime göre şekillendirmem. Saçlarımın artık toplanması gerektiğine karar vermem. Yeni insanlar ile iletişim kuruyor olmanın verdiği, özgüven dönüşü. Bencilliğin tavan yaptığı bir ruh hali ile yaşamak. Kız arkadaşlarımdan sıkılmak, bunalmak, hepsini terk etmek. Sorun ben de mi diye düşünmek, ama ben normalini yapıyorum diyerek kendimi haklı çıkartmak.


20 Yaşında: Gelen geçen kızlar, ortamlar... Kalınan bir sınıf. 0.4 ortalama. Hala ne aradığını bilmeyen bir Yağız. Az ama öz dostlar! Gregory House ile kendimi bütünleştirmem. Tamami ile bütünleştirmem bu yaşıma dayanıyor. Önceleri sadece benziyor hafiften demek, ve bunu nasıl göremedim ben deyip, sinirlenmek. Umursamamazlığın tavan yapması. Herşeyden çabucak sıkılmam. Ders, kız arkadaş, muhabbet, oyun, kitap vs...

20 yılda hiç bir şey değişmedi, değişen sadece dış görünüşümdü. 1 yaşında ne için fotosentez yapıyorsam hala aynı sebep için yaşıyorum, sevişiyorum, yemek yiyorum... Hala ukalayım, hala umursamazım, hala piçim, hala aşka inanmıyorum, hala aşkın libidosal bir şey olduğunu savunuyorum, hala hayal kurmak yerine; bütün olasılıkları kafamda kurup ayaklarımı yere basıyorum, hala...


I am not a dissociable, i am just another anti-social!


23.9.09

O neydi lan?!

2.5 haftadır bloguma erişemiyordum. Bir ara 1 kerelik girdim gerisi gelmedi ve sonra mucivezi şekilde tekrar girdim. Girmişken de bir yazı yazayım dedim.

Özledim lan blog seni...

24.8.09

La Mala Educacion (Bad Education)



Film izlemek benim için zevkten ziyade, müptelası olduğum bir 'şey'. Çok fazla film izlememe rağmen fark ettiğim şey, ne adam gibi oyuncu biliyorum, ne adam gibi yönetmen biliyorum oldu.
Zerre eksikliğini hissetmiyorum.

Hani bazı tipler vardır, '' X yönetmene hastayım alayını izlerim''. Hani bu tipler bana o kadar şey geliyor ki. Benim de var taptığım yönetmen, ama her filminide gözüm kapalı eksiksiz diyerek izlemem...

Şimdi baktığımda, görünürde 2 yönetmen hayatımı değiştirme noktasında beni etkilemiş, 1 yönetmene de acayip sempati beslemişim.

Hayatımı Değiştirenler: Chan-wook Park, Pedro Almodovar.

Sempati Beslediğim: Tim Burton(Klişe ama öyle değil).

Chan-wook Park, tamamen beni benden değiştir
en bir insandır. İlk olarak Oldboy ile tanıştım onunla, ve kindar ve intikamcı olma kişiliğimi o şekillendirdi diyebilirim. Biraz psikopatça ama öyle. Daha sonra Symphaty for Mr.Vengeance, Symphaty for Lady Vengeance, Three Extrems vs...

Hani bir insan intikam olayını bu kadar duru, ama bir o kadar da komplike anlatabilir. Sarsmıştı beni genç yaşımda, görüyorsunuz ki hala etkisindeyim...

Pedro Almodovar ise... Hable Con Ella(Talk To Her) ile tanıştım, verdiği dram, beni ağlatacak, yüreğimi sıkacak cinstendi. Hele ki benim gibi erkek-kadın mevzularında derinden yaralara sahip bir insanken. Birisi sözlükte ya da ona benzer bir yerde Almodovar için bir tanım yapmıştı; '' Kırmızı filmler çekiyor...''
Bunu geçtim filmden bir kare, benim herşeye bakışımı değiştirdi. Spoiler vermek istemiyorum,
sadece kareyi koyuyorum; anlayan anlayacaktır...

Evet ya, kırmızı adamın çektiği filmleri anlatıyor. Pastel bir film çektiği. Etik değerleri sorgulatıyor insana, var mı ötesi! Evet Hablo con Ella'da da ki bakıcının yaptığının doğru olup olmadığını çok düşündüm. Cevap bulamadım orası ayrı. Ama bunu yaparken, üzüyor seni, ilişkilere bakışını değiştiriyor, insanların yaptığı çabaların, verdiği değerlerin aslında bir yokoluş içinde olduğunu anlatıyor. Anlatıyor da anlatıyor. Volver zira öyle bir filmdi. Bu sefer kadınların aile içi durumlarını irdelemesi...

Ama asıl gelmek istediğim nokta, dün izlediğim La Mala educacion(Bad Education)...

Hiç bakmadım, konusu nedir ne değildir diye. Imdb 7.5 puan vermiş. E bir de Almodovar, indir anasını satayım dedim. Ve film gay filmi çıktı. Gay aşkı, gay sevişmesi, gay ilişkisi...

Ben tiksinirim bundan. Tam kapatacaktım ki filmi, film gene bambaşka şeyler irdeletti bana. Olayı ibne kovboylar bakışı ile izleseydim bunlar olmayacaktı tabiki de. Hem Almodovar'a haksızlık etmiş olacaktım. Filmde dram öyle bir işleniyor ki, gaymiş, ibneymiş, transmış; yerler alayını. He ama burdan da, Yağız ibne ilişkisi için ağladı olarak çıkarmayın; çok merak ediyorsanız izleyin görün.

Her neyse, filmin kurgusu zaten muhteşem. Ordan oraya atlamalar, ne ulan bu şimdi dedirtmeceler; ve Almodovar klasiği löbönk bir son! Hem de son sahne sonu değil.

Oraya gelişi öyle bir anlatıyor ki!

Film sektörü çok değişik, mükemmel yeteneklerin adı duyulmazken, sikimsonik yönetmenler zilyon dolarlık bütçeye sahip oluyorlar. Evet acımasız, ama iyi ki de böyle; yoksa Chan-wook Park, o filmleri yapmayacaktı...

Tim Burton’a gelince. Adam cidden kaliteli bir sunum veriyor izleyene. Bu yadsınamaz bir gerçek. Ve filmlerde verdiği gothic etkileşimi konuyu bambaşka izleyiş sunumu veriyor. Tim Burton ne yapsa izlerim, valla izlerim. Beğenirim, beğenmem, eksiği olur, olmaz... Umursamıyorum, sadece filme verdiği atmosfer yetiyor...


İzlediğin film sana bir şey vermeli düsturusunu da pek kabul etmiyorum. Hani illa sana bir düşünme sonucu vermek zorunda değil; kaldı ki düşünmen için film izlemene gerek yok! Eğlencelik, zaman öldürmek için yapılan filmlerde cidden başarılı bence. Bir film beni esnetmiyorsa, sıktırmıyorsa; daima başarılıdır!


22.8.09

Bir insanı özlemek...

Tekrardan bir insanı özlemek...

Tekrardan çok özel bir insanı özlemek...

Bir insanın tekrar sevdiğim insan olmasını özlemek...

Bok gibi özlemek...

12.8.09

Heartattack In a Lay by


Depresif olacak değilim hep.
Melankolik takılırım ama geceleri güzel oluyor, o huyumdan vazgeçemedim bir türlü.

Her neyse, depresifliğim Titanic'in buz dağına çaprtığı yerde yarattığı partikülü bol yok etmesi gibi yok oldu (Tam tersi de olabilir) . Beni bilenler öyle hayal kurmadığımı da bilir, yok efendim şu olsa bu olsun sonra bu olsun hayatım SuperMario'nun kraliçeyi kurtardığı zaman gibi ereksiyon olur, ya da bilmez mi? Bilir, bilir. (:

Hayal kurdum sevgili Jason Steakhouse'lar, Stewie Griffin'ler, Tyler Durden'lar, Oh-Dae Su'lar...
Hani bunu yapıyorum, belki en son hayal kurduğum zamanlardaki gibi göt üstüme şap diye oturup soğuğu çekeceğim, sonra böbreklerim ağrıyacak. Ulan özlemişim hayal kurmayı! Sokarlar böbrek ağrısına...

Maksat blog a birşeyler yazmak...
Ahaha şaka yaptım, tabi ki de amacım yazarak kendimi rahatlatmak.
Ve evet, basurlu bir insanın basursuz sıçması kadar rahatım.

E.

8.8.09

Ölen PKK'lı Anneleriyle Şehit Anneleri'nin Buluşması

şimdi gene faşist olacağım, ama olsun önemli değil.

ya arkadaşım, hani anlamıyorum. gerçekten şehit anneleri buluştu tamam; ama ben inanmıyorum ki, bu buluşan anneler normal şehit annesi olsun.

bir hısım, bir akraba bunlar kesin ya.
kaldı ki ohal derneği, neden türkiye şehit aileleri ve terör madurları gibi geniş kapsamlı bir federasyona verilmedi? sebep belli bence.
senin oğlunu öldüren insanın annesi ile muhabbet edebilir misin? he pardon ama, liberaliz her şey güzel olsun artık; onlarda insan. hı hı evet...

aa bakın burda ne varmış; www.sehitler.org



ne demişler;
ohal gazileri ve şehit aileleri insan hakları yardımlaşma ve dayanışma derneği başkanı müslüm öztürk'ün diyarbakır'da gerçekleştirmiş olduğu şehit aileleri ve pkk lı annelerin bir araya getirilmesi ile ilgili organizenin şehit aileleri ve dernekleri ile ilgisi yoktur.
yapılan bu etkinliği tüm şehit aileleri ve dernekler adına nefretle kınıyoruz.


hmm düşündürücü değil mi?

şimdi bir de bakıyoruz ki, ohal in başkanı, org. tolon için çok şey konuşmuş bilmemne. hani direk ergenekon karşıtı bir tavır kullanmış. ve daha sonra akp nin kürt açılımı.

tıkla korkma; www.haberler.com/ohal-gazileri-ve-sehit-aileleri-dayanisma-dernegi-haberi

hmm bu da düşündürücü değil mi?

daha neler var, 2004 seçimleri için karayalçın ın ankara adaylığı için chp önünde eylemler vs vs.
ama hiç görmedim ki hükümet adına bir şey yapmamışlar.

aa pardon verdiğim bir haberde başbakanın kelle ve sayın saçmalığı ile ilgili karşı çıkmışlar. doğru süper onlar, biz çok kötüyüz. hatta faşistiz!

22.7.09

Doğum günüme 2 saat 44 dakika kala içime işleyen, buz gibi soğuk yalnızlık hissi.
Uzun zamandır böyle hissetmiyordum, hayatımın son 1-2 ayında içten içe tamamen buz gibi bir yalnızlığın içinde oluğumu düşünmeye, daha da kötüsü soğuk bıçağın metalinin ete değme hissi gibi kalbime işlediğini algılıyorum. Kalabalıklarda ki yalnız kalan insan profili çiziyorum gibi geliyor. Tamamen '' Bullshit '' diye tabir ettiğimiz hadise de olabilir...

Neden böyle oldum, neden kalabalıktan sıkıldım bilmiyorum. Bir dakika !
Kalabalıktan sıkılmak! Semptom... kalabalıktan sıkılıyorum; ve yalnızlığa açılıyorum. Ama tabi tek başıma olmadığımı biliyorum; her daim yanımda olan insanlar var, ama nedense tamamen yalnızım.

Aslında herkes yalnız. Bunun bilincinde olan bir bireyim ben. Hatta '' Üzülsen dahi kimse senin kadar üzülemez, mutlu olsan dahi kimse senin gibi mutlu olamaz; yani üzüntünde de sevincinde de yalnızsın'' düsturusunu sahiplenmiş biri olmama rağmen; neden böyle oldum peki ben ?



Her neyse. Yazamıyorum; oysa ki çok fazla yazacak şeyim var. Ama hiç birini dışarı çıkaramıyorum; sanırım korkuyorum. Sanırım ilk defa kendim ile yüzleşmekten, neler olup bittiğini kendim ile oturup çay eşliğinde anlatmaktan korkuyorum; kaçıyorum!

Her neyse, şimdiden mutlu yıllar bana !

9.7.09

Bad Things


I wanna do bad things with you.

When you came in the air went out.
And every shadow filled up with doubt.
I don't know who you think you are,
But before the night is through,
I wanna do bad things with you.

I'm the kind to sit up in his room.
Heart sick an' eyes filled up with blue.
I don't know what you've done to me,
But I know this much is true:
I wanna do bad things with you.

When you came in the air went out.
And all those shadows there filled up with doubt.
I don't know who you think you are,
But before the night is through,
I wanna do bad things with you.
I wanna do real bad things with you.
Ow, ooh.

I don't know what you've done to me,
But I know this much is true:
I wanna do bad things with you.
I wanna do real bad things with you.

5.7.09

Dudaktan Dudağa

Aşk bu dedim etrafa aileme dostlara
Rezil rusva ettin sen sevgimi onlara
Biri onla gördü derken diğeri de şunla
Yalandır dedim bastım küfürü tüm bunlara
Ama hepsi hepsi doğruymuş
Ama hepsi hepsi doğruymuş
Sen bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün
Bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün
Kurtul ondan diyen başta çok oldu dogruydu
Akılsız aklım o zaman hep sendeydi çok zordu
Görmüşüm seni güzel megerse körmüşüm
Sensizlik güzelmiş ben mutluyum huzurluyum
Ama hepsi hepsi doğruymuş
Ama hepsi hepsi doğruymuş
Sen bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün
Bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün
Belki bir gün sende anlarsın
Neden olmadı neden yürümedi
Belki biraz toysun ama çokta boşsun ah güzelim
Bir iki üç dört
Sen bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün
Bana kalmadın
Dudaktan dudaga kondu dudakların
Benim olmadın ya
Günahada yatagada doymadı gönlün


Bora Uzer

17.6.09

Let's talk about the talk

For millions of years, mankind lived just like the animals..
The something happened which unleashed the power of our imagination.
We learned to talk.
And we learned to listen.
Speech has allowed the communication of ideas, enabling human beings
to work together.
To build the impossible.
Mankind's greatest achievements have come about by talking.
And it's greatest failures by NOT talking.
IT DOESN'T HAVE TO BE LIKE THIS!
Our greatest hopes could become reality in the future.
With the technology at our disposal, the possibilities are unbounded.
All we need to do is ...
make sure ...
we keep...
t a l k i n g

Stephan Hawking

16.6.09

to Predigest


'' ... Bak mesela bana, bazen insanlar ' aa, sen ordamıydın ' der. Çünkü dikkat çekmem topluluk içinde. ''

Demişti bana. O zamana kadar fark etmediğim bir şey fark etmemi sağlamıştı.

Sadeleşmek !

Düşündüm, bütün hayatım boyunca; hep öne çıkan biri olmuştum. Hep akıllarda kalan biri olmuştum. Kimse bana sen ordamıydın diye bir soru yöneltmemişti. Neden böyle bir çaba içindeydim ki ?

Çok salak, çok yalancı, çok Loser biri değildim ki, dikkat çekmek için sebebim olsun. Ama olmalıydı, herşeyin neden/sonuç ilişkisi vardır.
Sonra bakıyorum, Aslan Burcu Erkeği'ne.
Alıntı: ukala, vurdumduymaz, umursamazdırlar. her$eyin en iyisini en kalitelisini isterler. dikkat çekmek uğruna her$eyi yaparlar. duygularını belli etmezler, o yüzden bazı tereddütler ya$arsınız. sıkıntıya gelemezler, üstüne dü$ülmesini hiç sevmezler, hemen daralırlar. sevdiler mi sonun kadar severler, her ne kadar kıskanç olmadıklarını söyleselerde yalandır çünkü kıskançtırlar ama hiç belli etmezler. kolayı değil zor olanı severler. eğer aslan burcu erkeğiyle güzel bir ilişki yaşamak istiyorsanız onun gibi vurdum duymaz davranacaksınız, üstüne dü$meyeceksiniz. kar$ısındaki kızla uğra$mayı sever kolay lokmadan hemen sıkılır, avucuna hemen dü$en kızlarla hevesenin alır ve hemen bırakır.
(cybill, 12.12.2002 09:55 ~ 19.10.2005 23:44



Boku burcuma atmak istemiyorum zira, böyle şeylere inanmam. Ama her yerde bunların yazılı olduğnu görünce; durup düşünmeden edemiyorum. Kendimi görüyorum, gerçek '' Ben'' i görüyorum. Çoğu kimsenin idrak edemediğini. Farkına varamadığını. Neden böyleyim ben diye düşünmek geçiyor içimden her defasında, ama sonra bakıyorum; ve böbürleniyorum. Süper meziyet bunlar ya diyorum.

Ama bu meziyetlerimden dikkat çekmeyi çıkartıyorum hayatımdan. İstemiyorum dikkat çekmek, istemiyorum... Çünkü o gün, O'nun söyledikleri çok dokundu bana.

Radikal kararlar alıyorum hayatımda, hemde hiç olmadığı kadar. Ruhsal olarak çok geçişken bir dönem içerisinde yürürken, herşey farklı geliyor bana. Her gördüğümden yepyeni hiç fark etmediğim anlamlar, mutluluklar, üzüntüler, saçmalıklar çıkarıyorum. Ağırlaştı beynim, eski kaçarılığım yok denecek kadar az, ama gene var; gene içimdeki kaçarı çocuk susmuyor. Ne kadar engellesemde. Ne kadar dizginlemeye uğraşıp, yorulsamda.

- Kadınlar depresyona girdiklerinde, saçlarını boyatırlar; ben de radikal kararlar ile kendimi sadeleştiriyorum....

3.6.09

Lets Put A Smile On That Face


Babam yeni arabamı alıp gelmişti eve. Kullandım arabayı memnun kaldım ve çok mutluydum. Hemen heyecanla arabama müzik cd si yapayım dedim. Boş cdlerimi ararken bazanın altında bir ayakkabı kutusu gözüme çarptı; acaba bunda mı lan dedim. Kutunun pek bir artısı yoktu, ya da albenisi. Bildiğimiz Converse kutusuydu. Ama işte his...

Açtım kutuyu ve hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Ellerimde küçükken yere oturup hayal dünyam ile konuşturduğum, dövüştürdüğüm, bir şeye sinirlenip duvara fırlattığım oyuncaklarım !
Hepsini annem-babam saklamış. Bana da söylememişler. Kaç senedir oradalar ve ben bilmiyordum... Tabi o andan itibaren yemişim arabayı dedim. Ve her bir oyuncağa bakarak onunla neler yaptığımı düşündüm. Yüzümde aptal bir sırıtma vardı. Yüreğim sıcacık olmuştu. Uzun zamandır hiç bu kadar masum olduğumu hatırlamıyorum...

Batman, Harvey The Two Face, Robin, Action-Man, Power Rangers ve daha niceleri... Hepsi ellerimdeydi, hepsi hatıralarımdaydı.

Keşke o zamana dönebilsem. Hayatım oyuncaklarımdan ibaret olsa. Ağlamaktan gözlerim şişse, ama bir anda tekrar gülebilsem, bazı şeylere akıl sır erdiremeyip, saatlerce boş boş etrafa baksam. Birileri peşimde pervane olsa.
Ben çocukluğumu istiyorum, oyuncaklarım hazır !

31.5.09

Madde' nin En Küçük Yapıtaşı

* 5 dakika ile 50 kuruşa kahvaltı etmeyi kaçırmanın verdiği üzüntü ile sinirin toplamının, uykusuzluğa bölümü.

* Metrobüslerdeki artan molla giyimli garip insanımsıların artması. İşte bu beni korkutuyor.

* Diploması - Henry Kissinger kitabının bitmesinin hayatımda dönüm noktası olacağın bilmek.

* O değilde, hayat boş kendin coş !

* Aslında hepimiz birer depresifiz, önemli olan kendimizi ne kadar meşgul ettiğimiz.

* Merve' nin yolladığı enfes rahatlatıcı şarkılar. Teşekkürler !

* O da değilde, Tata marka arabamın olacak olması, beni hem heyecanlandırıyor, hem de üzüyor.Çok tatak.

* Kadıköy Rugby Strikes Back !

30.5.09

Yazacak Neyim Var ?

Son zamanlarda blogu çok boşladım.
Yazmayı daha da boşladım.

Yaşadıklarımı bir kenara atıp, olabildiğince amaçsız yaşamaya başladım.
Sahi ben ne yaşadım ki ?

Güç, insanlığın hep sahip olmak için; uğruna çok büyük şeyler feda ettiği, semboldür. Herkes belli bir şey üzerinde, kendini güçlü göstermeye çabalar. Bazen başarılı olur, bazen olamaz. Bu o kadar da dert değil şimdi.

Güç elimizde olmasa bile, sanki elimizdeymiş gibi göstermeye bayılırız. Bu bambaşka bir güçtür başlıbaşına aslında. Düşünsenize, güçsüzsün, geberiyorsun; ama dışardan bakanlar seni güçlü görüyor. Süper lan. Burda araba arkası yazısı yazmak istiyorum : Havan Kime ?


Ben güçlüyüm. Belki hayatımda hiç olmadığım kadar, belki ilk defa hava atmıyorum kimseye. Radikal kararlarımı artık hayata geçirmenin verdiği '' Güç '' ile yaşıyorum. Burnum tekrar havada. Götümde öyle.

Kimseye güçlü olduğumu ispatlamama gerek yok.
Ama ben şimdi bu blogu girdim, ve sanırım ispatlamaya çalışıyorum.
Sahi ben hava mı yapıyorum gene ?
Sanmıyorum, çünkü gözüm artık başka yerlerde...




İyi ki bitmiş.
Bitmiş ki, ben artık kararlarımın arkasında durabiliyorum.
Radikal değişimlerimi içimden dışarıya vurabiliyorum.
Ben artık büyüyorum. ( Ulan oha, kaç yaşına geldin, kaç kere dedin bunu )

18.5.09

Time Machine

-Ben kaybettim belki bu mücadeleyi. Belki kazandım , ama sonradan hükmen mağlup ilan edildim. kim bilir ki ? Ben ortadaki değilim. Cevabı o biliyor...

Bunların hepsi ne için miydi ? Sadece sevgi...
0 yorum



-
Herşey çok güzel başlar , durulma sürecine girer ve yok olur. Dünya'da ki herşey böyledir , hepsi çan eğrisine benzer. Hızlanır , doruk noktasına ulaşır , ve mutlak son..
...Ben tanrı değilim sanırım. Kimseyi değiştiremem , kimseye can veremem. Sanırım bir kere tanrı olduğumu düşündüm , değiştirebileceğimi sandım , bir şeye can verebileceğimi sandım. Göt üstü düştüm işte. Hala götün acıyor ha. Acısı geçmedi yani. Ama salaklık bende işte , tanrı değilsin ki sen ? Sıradan bir bünyesin , insan evladısın...
0 yorum


-
Niye hep daha fazlasını istiyoruz ki , niye elimizdekilerle yetinemiyoruz ? 1 yorum


-Hisler kontrolü çok zor olan kimyasallardır. Kontrol edenin alnından öpücüğü eksik etmemek gerekir. Mantık her zaman başarıya ve mutluluğa götürür. Realizim rullaz... 2 yorum


-
Ne zaman bir şeyi bitirmek mantığa uygunsa o zaman rahat ederiz.

Ne zaman bir şeye başlamak istersek , ve onu mantığa ve hislere uydurursak , işte o zaman mükkemmel insan oluruz... 2 yorum


-
Herşeyi yaptım. Elimden gelenin kat be kat fazlasını yaptım. Enerjimi , paramı , zamanımı harcadım. Ama olmadı. Ve olmayacak... Arkama yaslanıp '' Elimden geleni yaptım '' diyorum. Derin bir oh çekerek , sigaramı yakıyorum. Poisonblack - X dinliyorum... Benim elimde olmayan bir şey için ben bu kadar şey yaptım... İşte onlara lanet okumak istiyorum! 1 yorum


-
Biz de Metrobüs gibiyiz , köprüye gelene kadar etrafımız özel şeylerle örtülü ; ama köprüye geldiğimizde tamamen eksiğiz... 0 yorum


-
Yolumu gördüm , ışığı gördüm. Yeni bir hayalim var. Aslında hayal de değil. Yepyeni bir heyecan var önümde. Bunu görüyorum. Ne kadar çabuk olursa o kadar süepr olacak. Yalanlara yer olmadan. Harbi harbi. Ben bunu istiyordum aslında. Ve sanırım buldum...
2 yorum


-
Gene hırsımın kurbanı oluyorum. Sadece zaman istiyorum. Belki de ilf defa hırsıma karşı ben kazanacağım. Ya da hırsımın gene kurbanı olup ; bu denli kayıp yaşayacağım...
2 yorum

İşte böyle...

27.4.09

Metrobüs Anıları Vol2.


Doğumdan itibaren bütün insanlar eşit haklar ve özgürlüklere sahiptir.

Bu herkes tarafından neredeyse 1.sınıfta öğretilen ve belleklerimize kazınan bir olgudur.

Eşit hak ve özgürlük
; herkesin eşit değerler ölçütünde olduğunu kabul etmektir, yani insan çatısına mensup olmaktır. Yani kısaca herkesin '' Şans '' ı eşittir.

Ama bugün metrobüste aklıma gelen extreme bir örnek bütün bunları yok edecek düzeyde.

Kaçırılma filmleri vardır. Ve bu filmlerin bazılarında bir otobüs rehin alınmıştır, ya da o yoldan geçen bir otobüs durdurulmuş kaderini beklemektedir. İçi de insan doludur. Şimdi bir anda katil eleman otobüse ateş açar, ve cam kenarında oturan bir insan ölür. Olayın özeti bu. Şimdi bunun yorumu geliyor...


O gün, o otobüste cam kenarına oturmakta herkesin eşit şansı var mıydı ?

Katil, rastgele ateş mi açmıştı? Yoksa cam kenarından birini gözüne mi kestirmişti ?

Cam kenarında ki insanların, baskın karakterlerinin öne çıkması onların şansımıydı ? Yoksa onların şansı sadece katilin sevmediği, dikkatini çektiği karaktere sahip olmak mıydı ?

Evet, bu sorulara cevap veremedim bir metrobüs yolculuğu ( 65dk. ) boyunca. O kadar insan varken sadece A kişisinin ölmesi ne kadar eşitliğe uygun ? Ne kadar şansa arkası dönük.

Yaşarken, adım atarken, aynı havayı solurken bile, hangimiz eşit şansa sahibiz ki ?

23.4.09

Yeni Yaşanmış Eski Bir Sabah #1

Gözlerimi açtığımda çok yorgundum. Neler olduğunu düşünmek dürtüsünü engelleyip, kendime gelmeye çalışıyordum. Ama başarısız oldum. Saniyelik görüntüler dia gösterisi yapıyordu zihnimde.

Neler olduğu hakkında hiç bir bilgim yoktu. Bilinçsizce başucumda ki suya yöneldim, sadece bir küçük yudum alıp; kupkuru olan ağzımın içinde fütursuzca gezinen dilimin ıslanması için. Zihnimi kontrol etmeye gayret gösterdim. Gözlerimi usulca kapadım. Simsiyah oldu bütün dünyam, sessizlik ile beraber bu kapkaranlık atmosfer, beni biraz daha sakinleştirmişti. Derin bir nefes aldım; bu sırada bütün algılarım yavaşlamıştı, kalbimin atışını milisaniyeler içinde hissediyordum, sesi bütün kulağımı kaplıyordu, saniye ibresinin sesi çok yavaşlamıştı. Bu anın tadını çıkarmaya devam ettim, bir süre. Sonra gözlerimi açtım ve herşey aynı hızına geri döndü...

Doğruldum yataktan. Neler olduğunu mantık silsilesine sokmaya çalışıyordum. Zira aklımdaki görüntüler, sonsuzluk rüyasından uyanıp tekrar uyumaktan ibaretti. Yemeği fazla kaçırmışım anlaşılan gece. Bunun verdiği rahatlık ile mutfağa gittim, 2 yıldır hiç bir şey yemiyor gibiydim. Bunun bilincine varmam ile kulaklarımın çınlaması ve yere yığılmam bir olmuştu...