22.12.09

Don't Say Goodbye

Dıt dırın dıtdıt dırın...

Elini gelişigüzel uzatarak alarmı kapatıyor. Gerçi alarm denemezdi ona, artık alarmlı saatlerin yerini cep telefonları almıştı; o da öyle yapıyordu. Gece yatmadan telefonundan kurup alarmını uykuya teslim oluyordu. Kalktığında ise bir ölüden, daha acı çekiyordu...

Kalçasını kaşıya kaşıya lavaboya gitmesindeki en önemli neden; soğuk suyu yüzüne vurmanın onu biraz daha ayıltmasını, böylelikle gözlerini daha rahat açabilmesini sağlaması idi. Kahvaltısı hazırdı. Her zaman ondan önce kalkan ve hiçbir zaman kahvaltısını eksik etmeyen bir anneye sahipti. Ama o bunu umursamıyordu. Uyku sersemi olması ile alakalı bir durum değildi bu, her zaman böyle hissediyordu. Aile fertleri onun için aile ferdi olmaktan öteye geçemiyor, dahası aile ilişkilerini sıkıcı buluyordu. Özgürlük tanımı onun için çok ekstrem noktalardaydı, bunun farkında olmasına rağmen, bundan zerre etkilenmiyordu... Sadece bazen neden böyle acaba diye düşünüyor, ama beş dakika geçmeden bunu düşünmekten daha önemli şeyler yapması gerektiği kanısına varıp başka şeylerle haşır neşir oluyordu.


Hayatı genel rutinler üzerine kuruluydu. Ya okula gidiyordu, ya spora, ya rugby'ye ya da Kadıköy'e... Hayatı bunlar üzerine kuruluydu.


Tren beklerken bir sigara yakmak onun için çok büyük bir zevkti. Akbilini bastıktan sonra, gözüne kestirdiği bekleme yerine giderken sigarasını yakardı. İlk nefesi insanların yaptığının aksine, dışarı değil içine çekerdi. Garip bir adetti, böyle alışmıştı. Eh, alışmış kudurmuştan beterdi sonuçta. Sigara içerken tek üzüldüğü nokta, sigaradan hiçbir haz alamayışıydı. 2-3 senedir durum böyleydi. Haliyle, sigara onun için sadece bağımlılıktı. İçmeyi seviyordu, içmenin bağımlısıydı...
Sigarası bitmeye yüz tutarken hep treni gelirdi. Bazen de 2-3 nefes çeker çekmez gelirdi. İbne T.C.D.D. diye küfür ederdi bu zamanlar...

Yüzlerce insan arasında yerini alırdı her gün, her sabah... Kompartman ağzına kadar doluydu. Herkesin kendi telaşı vardı, kiminin ise hiçbir telaşı yoktu. Gözlemlemeyi severdi. İnsanları incelemek, onlar hakkında tahminler yürütmek, onlar için gelecek belirlemek, onlar için kurgular yapmak... Bunların da bağımlısıydı. Beş dakika içinde hayatına bir sürü insan sokuyordu, beş dakika sonra hepsini unutuyordu. Bazen kendi yaşamını bile unutuyordu.

Tren seyahati sonrası, metrobüse biniyordu her zaman. Zaten okuluna başka ulaşım aracı da yoktu onun dışında. Bir insanlık dramıydı bazen metrobüse binebilmek. O öyle yorumluyordu. İnsanları inceliyordu burda da. Kimisi işine geç kalmış, patronundan yiyeceği fırçayı düşünüp yüzünü ekşitiyordu, kimisi sınavına geç kalmış, evdekilere ne söyleyeceğim derdindeydi... Ortak olan tek şey vardı... ''Dert''...

Hep dörtlü tarafa otururdu. Cam kenarını hemen kapardı. Bu da hiç şaşmazdı. Yolculuk boyunca 3 kişi gözlemliyordu. 3 farklı yaşam, 3 farklı dert...

Son durağa geldiğinde ise, bekliyordu insanların inmesini. Özellikle beraber geldiği o 3 yaşamın inmesini. Hayatından çabuk çıkarmak istemiyordu. Gidişlerini görmek en büyük acısıydı. O onları bir şekilde tanıyordu yolculuk boyunca, ama onlar bir elveda demeden haldır haldır gidiyorlardı. Ayrılık hep acı vermişti zaten...


Ayrılıktan çok çekmişti. Hayatı hep metrobüsteki, trendeki insanların gelip gitmesi gibiydi. Hep yeni kurgular yapıyor, yeni hayatlar öğreniyordu. Öğrendiğinde ise o terk ediyordu... Elveda diyordu ama daima... Çünkü biliyordu o, elveda demeden gitmenin acısını... Her gün yaşamıyor muydu o acıyı? Her sabah?

Belki de bu yüzden üzülüyordu. O insanların hayatını tam öğrenemeden onlar, elveda demeden ayrılıyordu. Her şeyi bilmek en büyük arzusuydu, egosuydu. Yarım kalmış şeyler ona acı veriyordu hep... Bunu değiştirmek istiyordu ama. Hem de çok istiyordu.
Birinin yaşamını tamamıyla öğrenmek ve elveda dememek istiyordu. Ama yapamıyordu... Onların bir şekilde elveda demesinden korkuyordu...


Korku akıl katilidir. Korku toptan yokoluşu getiren küçük ölumdür. Korkumla yüzleşeceğim. Ve geçip gittiği zaman, geçtiği yolu görmek için gözümü ona çevireceğim. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacagım.
(Dune - Frank Herbert)