-"Bir kere, her şeyden önce kendine güveneceksin. Bir işi yapamasan bile, ben yaparım diyeceksin."
-"Orası öyle de, işte insan tedirgin oluyor arada moruk. Ya yapamazsam, ya olmazsa, ya tutmazsa..."
-"İşte bunu düşündüğün an asıl yapamazsın. Hayır abi, yapacaksın, yaparsın. Ben hep böyle yaptım, hep de yaptım. He, yapamadığım şeyler olmuştur elbette, ama önemsiz, dişe dokunur şeyler değil."
-"Bilmiyorum. Fazla özgüven felakete sürükler adamı, göt kalkmasın moruk, ne havada olsun ne de yerde."
Konuşma seyrinde devam ederken, bir patlama oldu. Oturdukları çay bahçesina yakın bir yerde olduklarını tahmin edebiliyorlardı, zira önlerindeki tavlanın pulları patlamanın etkisi ile hareket etmişti.
-"Abi, ben gidip bir bakayım ne oldu diye."
-"Dur, ben de geliyorum; şu hesabı ödeyeyim."
Hesabı ödeyip, dumanın geldiği tarafa gittiklerinde, yerde bir kız yatıyordu. Tanınmayacak hale gelmişti yüzü, vücudu, her yeri... Arkadaşının telefonu çalmış ve aniden ailesinin yanına dönmesi gerekmişti. Yerdeki cansız beden ile başbaşa kaldığını hissediyordu, ama oysa yanında memleketimin olmazlarsa olmazları meraklı kalabalık vardı. Belki etrafında bir yaygara kopuyordu, belki birileri bağırıyordu. Ama o halen yerdeki cesede bakıyordu. Einstein'ın dediği gibi zamanın göreceli olduğunu, an itibari ile yaşıyordu. Zaman kavramı 60 dakikanın 1 saate denk geldiği değil, saniyelerin yıllara tekabül ettiği başka bir boyuttaydı.
Yerdeki kız, onun sevgilisiydi. Evet, bu ancak filmlerde ya da ağır sıkıcı romantik duygu sömürücü hikayelerde olurdu. Ama bu kez onun başına gelmişti. Yarım saat kadar önce konuştuğu, ve kendisinden çok uzakta olduğunu düşündüğü sevgilisi tanınmayacak halde yerde yatıyordu.
-"Keşke, üsteleseydim, yalan söylediğini hissetmiştim. Ah, salak ben!"
Beyni saniyelerin yıllara tekabül etmesine inat yaparcasına çok hızlı çalışıyordu. Aklından yaptıkları; daha doğrusu hiçbir zaman yapmadığı şeyler geçiyordu. Hiçbir zaman üstelemiyordu dediklerini sevgilisinin. Dediği şey ya doğruydu ya da yalandı. Ama hiçbiri onun umurunda değildi, çünkü o, oydu. Götü daima havada olan şahıstı. Ve bu ona felaket getirmişti, sevgilisini öldürmüştü...
Kendine geldiğinde üstündeki gömleğin terden sırılsıklam olduğunu fark etti. Kabus gördüğünü düşündü, ki buna kendini inandıracak bir sürü delil vardı kendi kafasında.
-"Sonsuz karanlık, kırmızı, yanıklar..."
Elini yüzünü buz gibi su ile yıkadı. Kendine gelir gibi oldu. Bir çay koydu, hemen sigarasını da yaktı. Balkona çıkmak için kapının sürgüsünü yana kaydırmayı denedi ama başaramadı. Elleri neredeyse tutmuyordu. Diğer elindeki bardak, kendini yerde zilyon tane parçaya ayrılmış vaziyette buldu. Kapının camından kendisine baktığında, yüzünde kırışıklıklar kamp kurmuştu. Televizyonu açmak için hamle yaptığında, elleri ona ağır geldi. Zor da olsa televizyonu açtığında da kendini gördü... Korkudan kaskatı kesilmişti. Ellerinde yaşlılara özgü kahverengi beneklerden türediğini fark etti. Ağlamak için bir an ayağa kalktı ama bunu da başaramadı. Sanki her şey yok oluyordu. Her şey, ama her şey...
Yaşamını boşa idam ettirdiğini fark ettiğinde, televizyonda gençliğini gördü. Ona, evet anlamında kafa salladığını sandı bir saniyeliğine...
-"Ben bir katilim, ben bir katilim."
-"Evet, ben kahrolası bir katilim. Kendimi öldürmek ile kalmadım etrafımdakileri de öldürdüm! Siktir! Siktir!"
"Öldüğünü anladığında, her şey için çok geçtir."