8.4.10

Psycho Killer

"Sometimes I feel like a motherless child
A long long way from home..."

Kulaklıklarını çıkardığında duyduğu son sözlerdi bunlar. Halbuki annesi de vardı, neden bu şarkının kendisini bu denli etkilediğini merak ediyordu. Ve en sonunda da dayanamayıp istisnasız şekilde kulaklığını çıkarırdı; zaten gideceği yere de gelmişti. Annesini arama dürtüsüne engel olamayıp eli telefona gitti.

-"Efendim anneciğim?"

-"Naber anne, ne yapıyorsun? Öyle bir arayayım dedim."

-"Hayırdır, durduk yere hiçbir zaman aramadın beni hatrımı sormak için, bugün mü arıyorsun?"

-"Öf, neyse görüşürüz."

-"Yağ-"

Telefonu suratına kapatmıştı annesinin. Haklı olduğunu bilmesi daima onu sinirlendirirdi...

"Seninle yeniden iletişim kurmaya çalışmak gerçekten büyük bir hataymış, bir sene öncesinde kalmışsın hala!"

Aldığı sigara paketine baktığında, burnuna eskilerden kalma bir oda kokusu çarptı. Koku, hafızayı en çok harekete geçiren şey olmasından ötürü sinirlerine hakim olamadı. Zaten olmasını da beklemedi, zerre karşı koyma isteği yoktu. Zaten istese de koyamazdı, bunu unutmuştu. Paketinden bir tane sigara çıkardı, zarifçe ağzına koyduktan sonra çakmağı ile yaktı. Başını kaldırdığında, göğe yükselmeye çalışan ama bir türlü ulaşamayan bir kuş gibi duran bina gözüne çarptı.

-"Aradığım yer burası, hala aynı, her şey aynı. Bir şey hariç..." Dedi mırıldanır bir ses ile. Sigarası da bitmek üzereydi. En son ne zaman buradaydı, neden buradan ayrılmıştı, neden, neden, neden... Nedenlerdi belki beni yaşatan dedi. Binaya doğru, bir ceylanın zerafetinde ilerledi.

Şansına dış kapı açıktı. Merdivenleri çıkarken, önce montunu, ardından da kazağını yere fırlatırcasına savurdu. Vücut hatlarını ortaya çıkartan bir t-shirt giymişti.
Kapıyı yumuşak ama kararlı şekilde 5 kez çaldı. Kapıya yaklaşan birinin olduğunu hissettiğinde kulakları gayriihtiyari olarak geriye doğruldu. Kapıdaki kişinin, delikten ona baktığını üzerinde hissetti, kendini hazırladı. Bütün kaslarını germişti, kapı açılır açılmaz bütün kaslarını maksimum düzeyde kullanacaktı. Kapı bir anda açıldı ve kasları orada öylece kaskatı şekilde kaldı. Sonrasında ise sonsuz karanlık vardı...

"Saçmalamayın, siz bu yaptığınız ile yaşadığınız acıyı başkalarından çıkarıyorsunuz; bu iki kere iki eşittir dört."

Gözlerini yavaşça açtığında, kafasında filler orgy yapıyordu sanki. Beyni istemsizce Majezik adlı farmakoloji harikası analjeziği aradı. Buldu da. O ilacı görmesi bile ağrısını azaltmıştı.
Odasından çıktığında, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Her yer boş içki şişeleri ve bardaklarla doluydu. Gene çok içmiş ve olanları sabahın ilk saniylerinde idrak edememişti. Koşarak odaya geri döndü ve şaşkınlık verici bir şekilde yatağında kimse yoktu. Oysa bu tip içkili eğlencelerden-ki kendisi parti lafınından pek haz etmezdi- daima bir kadın ile beraber olarak günü kapatırdı. Ağzının içi kupkuruydu, ciğerleri nefes alırken zorlanıyordu. Yaşlanıyorum diye düşündü. Bunu bir an cidden düşündüğünü fark ettiğinde herkesin uyanık olmasına aldırmadan, okkalı bir kahkaha patlattı.

-"Uyanın lanet ibneler! Hepiniz şimdi evimden siktir olup gidin!" diye istemsizce bağırdı. Bir, iki kişi dışında kimse ona aldırış etmedi. Bu daha da sinirlenmesine neden oldu. Zaten sıkıcı hale getirdiği hayatından kurtulmak istiyordu, neden bu karı doyumsuzu manyakları yok etmiyorum diye düşündü. Düşünmesi, onun yapması anlamına geliyordu. Perdeleri tutuşturdu. Kimse kılını kıpırdatmamıştı. Donunu giyip, kapı koluna dokundu. Ama bir terslik vardı, kapı kolu sanki arkadan tutturulmuş ve hiçbir şekilde açılmayacak gibiydi. Paniğe kapıldı. Paniğe kapılmasından nefret ediyordu, bu yüzden de üstüne bir de öfke eklendi. Kapıya bütün gücü ile abanmaya başladı, ama her vuruşunda omzu yok oluyordu. Sonrasında ise, kırmızı alevler arasında sonsuzluktu...

"Abi banko diye bir şey yoktur hayatta."
-"Bir kere, her şeyden önce kendine güveneceksin. Bir işi yapamasan bile, ben yaparım diyeceksin."

-"Orası öyle de, işte insan tedirgin oluyor arada moruk. Ya yapamazsam, ya olmazsa, ya tutmazsa..."

-"İşte bunu düşündüğün an asıl yapamazsın. Hayır abi, yapacaksın, yaparsın. Ben hep böyle yaptım, hep de yaptım. He, yapamadığım şeyler olmuştur elbette, ama önemsiz, dişe dokunur şeyler değil."

-"Bilmiyorum. Fazla özgüven felakete sürükler adamı, göt kalkmasın moruk, ne havada olsun ne de yerde."

Konuşma seyrinde devam ederken, bir patlama oldu. Oturdukları çay bahçesina yakın bir yerde olduklarını tahmin edebiliyorlardı, zira önlerindeki tavlanın pulları patlamanın etkisi ile hareket etmişti.

-"Abi, ben gidip bir bakayım ne oldu diye."

-"Dur, ben de geliyorum; şu hesabı ödeyeyim."

Hesabı ödeyip, dumanın geldiği tarafa gittiklerinde, yerde bir kız yatıyordu. Tanınmayacak hale gelmişti yüzü, vücudu, her yeri... Arkadaşının telefonu çalmış ve aniden ailesinin yanına dönmesi gerekmişti. Yerdeki cansız beden ile başbaşa kaldığını hissediyordu, ama oysa yanında memleketimin olmazlarsa olmazları meraklı kalabalık vardı. Belki etrafında bir yaygara kopuyordu, belki birileri bağırıyordu. Ama o halen yerdeki cesede bakıyordu. Einstein'ın dediği gibi zamanın göreceli olduğunu, an itibari ile yaşıyordu. Zaman kavramı 60 dakikanın 1 saate denk geldiği değil, saniyelerin yıllara tekabül ettiği başka bir boyuttaydı.

Yerdeki kız, onun sevgilisiydi. Evet, bu ancak filmlerde ya da ağır sıkıcı romantik duygu sömürücü hikayelerde olurdu. Ama bu kez onun başına gelmişti. Yarım saat kadar önce konuştuğu, ve kendisinden çok uzakta olduğunu düşündüğü sevgilisi tanınmayacak halde yerde yatıyordu.

-"Keşke, üsteleseydim, yalan söylediğini hissetmiştim. Ah, salak ben!"

Beyni saniyelerin yıllara tekabül etmesine inat yaparcasına çok hızlı çalışıyordu. Aklından yaptıkları; daha doğrusu hiçbir zaman yapmadığı şeyler geçiyordu. Hiçbir zaman üstelemiyordu dediklerini sevgilisinin. Dediği şey ya doğruydu ya da yalandı. Ama hiçbiri onun umurunda değildi, çünkü o, oydu. Götü daima havada olan şahıstı. Ve bu ona felaket getirmişti, sevgilisini öldürmüştü...

Kendine geldiğinde üstündeki gömleğin terden sırılsıklam olduğunu fark etti. Kabus gördüğünü düşündü, ki buna kendini inandıracak bir sürü delil vardı kendi kafasında.

-"Sonsuz karanlık, kırmızı, yanıklar..."

Elini yüzünü buz gibi su ile yıkadı. Kendine gelir gibi oldu. Bir çay koydu, hemen sigarasını da yaktı. Balkona çıkmak için kapının sürgüsünü yana kaydırmayı denedi ama başaramadı. Elleri neredeyse tutmuyordu. Diğer elindeki bardak, kendini yerde zilyon tane parçaya ayrılmış vaziyette buldu. Kapının camından kendisine baktığında, yüzünde kırışıklıklar kamp kurmuştu. Televizyonu açmak için hamle yaptığında, elleri ona ağır geldi. Zor da olsa televizyonu açtığında da kendini gördü... Korkudan kaskatı kesilmişti. Ellerinde yaşlılara özgü kahverengi beneklerden türediğini fark etti. Ağlamak için bir an ayağa kalktı ama bunu da başaramadı. Sanki her şey yok oluyordu. Her şey, ama her şey...

Yaşamını boşa idam ettirdiğini fark ettiğinde, televizyonda gençliğini gördü. Ona, evet anlamında kafa salladığını sandı bir saniyeliğine...

-"Ben bir katilim, ben bir katilim."

-"Evet, ben kahrolası bir katilim. Kendimi öldürmek ile kalmadım etrafımdakileri de öldürdüm! Siktir! Siktir!"

"Öldüğünü anladığında, her şey için çok geçtir."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder